“İnsanlığa faydası olmayanı ölülerden say gitsin!” Hz. Ali.
Aleviler Cumhuriyetçidir.
Aleviler laiktir.
Aleviler Atatürkçüdür.
Aleviler ilericidir.
Aleviler demokrattır.
Aleviler halkçıdır.
Aleviler devrimcidir.
Aleviler yurtseverdir.
Aleviler haksızlık karşısında diz çökmeyen, boyun eğmeyendir.
Aleviler kolektif yaşam tarzına yatkındır. Bölüşmeyi sever.
Aleviler yardımseverdir.
Aleviler zulme uğradığı halde başkasına zulmetmeyendir.
Aleviler dili, dini, mezhebi, rengi, milliyeti ne olursa olsun insanlığa aynı nazarda bakandır.
Günümüze kadar insanlık dışı ne kadar önyargı varsa hepsine karşı direnerek; kendi benliğini, batıni felsefi inancını ve kimliğini korumuştur.
Anadolu’da Aleviler kendi içlerinde bölgeden bölgeye, gelenekten geleneğe ve hatta ocaktan ocağa bir takım farklılıkları bünyelerinde barındırır. (Kentlerde ise sınıfsal ayrışmalar inanç alanında farklı algılamalara ve yorumlamalara neden olmuştur.) Bu farklılıkları erkannamelerde görmek olasıdır. Her ocağın erkanamesinin farklı içeriği olması batıni Alevi öğretisine aykırı bir durum değildir. Farklılıklar ayrılık değil; zenginlik olarak görülmüştür.
Pir Sultan Abdal inancın mayasını şu ayetle çalmıştır:
“Özü öze bağlayalım
Sular gibi çağlayalım
Bir yürüyüş eyleyelim
Tevekkel tü Teâlallah”
Alevi toplumu içinde temel ve ortak özellikler mevcuttur. Gülbank, nefes, deyişlere atfedilen önem, temel olarak ilham ve keşfin bilgi kaynağı olarak kabul edilmesine ve pratik hayatta bunun diğer bilgi kaynaklarına öncelenmesine dayanmaktadır.
Gülbanklarda, deyişlerde “Üçler” olarak anılan “Hakk, Muhammed, Ali” kabulü, Alevi nitelemeli ocak ve grupların esası olarak kabul edilir. Hatta Alevilik; Hakk Muhammet Ali Yolu’dur şeklinde tanımlanır. Bu kalıp ifadede yer alan “Hakk”, Allah’ı, Allah’ın varlığını ve birliğini; “Muhammed”, Hz. Muhammed’in peygamberliğini ve son peygamber olduğunu; “Ali” ise, Hz. Ali’nin velâyet makamının nuru, Pir’i olduğunu ifade eder.
Türkiye’de, özellikle 1950’li yıllardan itibaren çeşitli nedenlerle başlayan köyden kente göç hareketliliği, toplumda sosyo-kültürel, sosyo-ekonomik bir değişime de neden olmuştur. Bu değişimden Alevi toplumu da payına düşeni almıştır. Bu tarihten itibaren yoğunluklu bir göç ile kentlere gelen Aleviler, tarım ve hayvancılık işleriyle meşgul olduğundan, işkolu anlamında uzmanlık alanıyla ilgili sıkıntılı bir süreç yaşamıştır. Lakin kısa sürede entegrasyonunu tamamlamasını da bilmiştir.
Aleviler, genel hatlarıyla “boy-soy-aşiret sistemine” dayalı bir toplumsal varlıktır. Dini yaşamlarını daha çok batıni-felsefi öğreti ekseninde tarikat hayatı içinde sürdürmektedir.
Alevilik, Anadolu coğrafyasında Sinemilliler, Üryan Hızırlılar, Dede Garkınlılar, Ağu İçenler, Baba Mansurlular, Keçeci Babalılar, Kureyşanlılar, Hubyarlılar, Tahtacılar, Abdallar, Çenpniler vb. söz konusu toplulukları ifade etmek üzere bir üst kimlik olarak 19. yüzyıldan itibaren kullanılmaya başlandı.
Ülkemizde Alevilik, kapalı köy ekonomisine dayalı hayat tarzıyla 1900’lü yıllardan itibaren (korunma içgüdüsüyle) dışa kapalı olarak kullanılırken; 1990’lı ve takip eden yıllardaki gelişmelere bağlı olarak diğer toplum kesimlerine gerçek kimliğini açıklama cesareti göstermiştir.
Alevi toplumu tarihin akışı içinde uğradığı mezalimlerden sonra 1990’lardan itibaren gereksinimden kaynaklı örgütlenmeye başladı. Kent koşullarında Alevi örgütlenmesi, başlangıçta Anadolu Alevi inancını yaşamaktan ziyade kültürel anlamda “farklılık” ve “farkındalık” yaratma üzerine oluşmuştu. Sonraki yıllarda demokratik hak arayışıyla siyasi bir hüviyete de dönüştü.
Alevi örgütlenmesi, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Bildirgesi’nde ifade edilen kuralların hak ve özgürlükler çerçevesinde oluşması ve özellikle din ve vicdan özgürlüğü alanında, 1982 Anayasası’nın 10, 12. 17, 24 ve 25. maddeleriyle de devletin güvencesinde olması gerekirken, örgütlenmeye siyasi iktidarlar marifetiyle yasaklar getirilmiştir.
Ülkemizde Uluslararası İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve T.C. Anayasası ile güvence altına alındığı halde, herkesin inanç özgürlüğünün koruma altında olması gerçek anlamda sağlanamamıştır.
Alevi aydınlanmasının sağladığı bilinç, toplumun örgütlenmesini gündeme taşımıştır. Alevi öncüleri, “Alevi” ve “Cemevi” sözcüklerinin devlet tarafından yasaklanması nedeniyle Alevi ulularının, evliyalarının, Hakk aşıklarının isimlerinin ardına “kültür”, “eğitim”, “dayanışma”, “turizm”, “tanıtma” ve “araştırma” sözcüklerini ekleyerek dernekler kurdular.
Bu isimlendirme zorunlu idi. “Alevi”, “Cemevi” sözcükleri yasaklıydı. ve böyle bir ara geçiş yol tercih edilmiştir. Lakin günümüzde de Alevi demokratik kitle örgütlerinin bir kaçı hariç kuruluşunda kullandıkları adlarla varlığını sürdürmeye devam etmektedir. Hatta o dönemde kurulan Cemevlerinin bazılarının ünvanlarında da “Cemevi” yerine “kültür”, “dayanışma” sözcükleri varlığını korumaktadır.
Görüldüğü gibi onlarca dernek ve vakfın ünvanında ne “Alevi” sözcüğü, ne de “Cemevi” sözcüğü mevcut değildir.
Türkiye’de Alevi inancı çevresinde kurulan dernek veya vakıflarının tüzüklerinde Alevi inanç alanını ifade eden ibareler bulunmamaktaydı. Tüzüğünde “Alevi inancını araştırma ve tanıtma” ibaresi olduğu için kapatılma davası açılan Semah Eğitim ve Kültür Vakfı uzun yıllar verdiği hukuk mücadelesi sonucu bu hakkı 1989 yılında kazandı ve “Alevi” sözcüğü tescillendi. Bu bir ilkti. Sonraki yıllarda kurulan dernek ve vakıfların tüzüklerinde ve ünvanlarında “Alevi” sözcüğü yer almaya başladı. 1989 yılı öncesi derneklerin ve vakıfların inanç alanlarıyla ilgili olduğunu ancak logolarında kullandıkları sembollerinden anlayabiliyorduk.
Alevi toplumu tarihin akışı içinde ve özellikle cumhuriyet döneminde yaşadığı zorlu ve acımasız süreci sağduyu ve soğukkanlı bir anlayışla karşıladı. Hak mahrumiyetlerini ve haksızlıkları gidermek için demokratik kanalları kullandı. Şiddetin ve terörün yanında olmayarak Türkiye Cumhuriyeti devletinde “eşit yurttaş” olma talebini her dönem yüksek sesle dile getirdi.
Kızılbaş Alevilik ve Tarikatlar…
“On iki imamı haktır
Bende layık iman yoktur
Aleviyim diyen çoktur
Ben Alevi olamam ki”
Aşık Mahzuni Şerif (D: 1939-Ö: 17 Mayıs 2002)
Anadolu Aleviliği’nin yüzyıllar boyunca ayakta kalıp, inancın ve yaşam kültürünün kuşaktan kuşağa aktarılmasını sağlayan temel kurumları Dedelik ve Ocaklar’dır. Alevi Dedeleri bu sistemin sosyal ve inançsal yapılanmasında önemli bir yere sahiptir. Alevilik’te “Dedelik”, inanç ve yaşam geleneğinin kuşaktan kuşağa aktarılmasını sağlayan soya dayalı olan kurumsal bir yapıdır.
Dolayısıyla Ocak Sistemi ve Dedelik Kurumu inanç yaşamının ve sosyal hayatın yapılanmasında Aleviliğin temelini oluşturur.
Dedeler; Alevi toplumunda hem dini hem de dünyevi otoritedir. Anadolu Alevi ocaklarında yetişen Dedeler, Aleviliğin ana bilgi kaynağıdır. Anadolu Alevi batıni felsefi inanç geleneğini nesilden nesile aktaran ve yaşatan Dedelik Kurumu’dur. Bu kurumun ana aktörü ise Alevi Dedeleri’dir. Dede tüm sosyal, kültürel ve dini hayatın hep merkezinde olagelmiştir. Dedeler aynı zamanda çağının filozoflarıdır. Başka bir deyimle “dağın filozoflarıdır.”
Dedelik; köylerde yaşayan Kızılbaş Alevilerin zor yaşam koşulları, göçebe hayatta karşılaşılan tüm problemlerin çözüm bulduğu makamdır. Geleneksel toplumsal yaşamda kişisel ve sosyal ilişkilerin sağlıklı bir şekilde yürütülmesini sağlamakla yükümlüdür.
Küçük köy toplumlarındaki ahlaki, sosyal ve inanç problemlerinin hepsini Dedeler çözmekteydiler. Geleneksel Alevi toplumunda kişiye kimliğini ve şahsiyetini Dedeler kazandırırlardı. Her Alevi belli bir yaşa geldikten ve musahipli olarak ancak Dedelerin huzuruna çıkar ve görgü cemlerine katılıp, ikrar vererek gerçek bir Alevi kimliğine kavuşur.
Aleviler, Dedeler’in dışında, batıni felsefi bilincinin oluşmasında beslendikleri halk bilginlerinin (insan-ı kamil), ozanların, aşıkların ve şairlerin çok büyük rolü vardır.
HER ALEVİ DEDESİ SEYYİD’DİR…
Her Alevi Dedesi mutlaka bir Ocak üyesidir ve boy-soya bağlıdır. Hz. Hüseyin’in soyu olduğuna inanılır. Bunlar “Seyyid” ünvanını alır. Bu nedenle kendilerine Ocakzade denir.
Dede ailelerine dayanan Ocak örgütlenmesi Aleviliğin temel kurumlarındandır. Onların toplumsal rolleri sadece dinsel alanla sınırlı olmayıp çok yönlü ve karizmatik bir otorite olarak öne çıkmaktadır. Dedelik kurumu sosyal hayatta gerek maddi, gerekse manevi anlamda otorite sahibidir ve tasavvufi bir boyutta şekillenmiştir.
Alevi Ocakları’nın tamamı birbirine organik olarak bağlıdır. Rehber, Pir, Mürşitler temsilci olarak “El ele, el Hakk”a düsturuyla birbirlerine hiyerarşik olarak tabidir.
Ne yazık ki modern kent yaşam koşullarında Ocak Sistemi işlevsiz kalmıştır. Dedelik Kurumu’nu ise yeniden düzenlemeye ihtiyaç vardır. Bu sorun, Alevilerin önünde duran ve üstesinden gelinmesi gereken büyük bir problemdir.
BEKTAŞİLİK DAHA ÇOK BALKANLAR’DA…
Bektaşi Tarikat Tekkesi’nde ise “Babalık, Dedebabalık” vardır. Hiyerarşik yapılanması da Kızılbaş Ocak yapılanmasından ayrıdır. Hünkar Hacı Bektaş Veli’ye atfedilen “Bektaşilik”, Osmanlı padişahı II. Bayezid’in Hacı Bektaş Tekkesi’nde görevlendirdiği Balım Sultan tarafından kuruldu. Böylelikle Kızılbaşlık yanında Bektaşilik de Alevilik çatısı (üst kimliği) altında yer aldı.
Bektaşilik daha çok Balkanlar’da vücut buldu ve siyasi bir örgütlenme modeli olarak ortaya çıktı.
Osmanlı Safevi çatışmasından sonra Kızılbaşlara karşı büyük bir reaksiyon oluştu. II. Beyazid tarafından Hacı Bektaş Tekkesi’ne atanan Balım Sultan’nın Dedebabalığı’ndaki “Bektaşilik” Osmanlı siyasi otoritesinin en önemli dayanakları arasına girdi. Ve “Hacı Bektaş Veli” Yeniçeri Ocağı’nın Pir’i olarak kabul edildi. Böylece devlet bürokrasisinde çok sayıda Bektaşi görev aldı.
Bundan dolayıdır ki Bektaşiler geçmişte de, şimdi de siyasal sisteme entegre olmaya çok yatkındır. Nitekim Bektaşiler, Kültür Bakanlığı uhdesi altında kurulan Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı içinde de aktif olarak yer aldılar.
HACI BEKTAŞ VELİ KIZILBAŞ ALEVİ’DİR!
Bektaşiler’in bir önceki Dedebabası merhum Bedri Noyan, o kadar ileri gitti ki “Bektaşilik Alevilik” olarak yeni bir tanım getirdi. Sanki Bektaşilik, Aleviliği kapsayan bir inanç sistemidir. Bu Kızılbaş Aleviler tarafından kabul edilemez.
Hacı Bektaş Veli, 13. yüzyılda Anadolu aydınlanmacılığa damgasını vurmuş, Kızılbaş Alevi inancına sahip bir bilge önderdir. Adına kurulan “Bektaşilik” yapılanmasıyla bir ilişkisi yoktur, olamaz. Nitekim “Bektaşilik” 15. yüzyılda oluşturıldu.
DİĞER TARİKATLAR
Ayrıca Alevi üst kimlik altında farklı farklı inanç gruplaşmaları da (Şiilik, Caferilik, Nusayrilik, Yarsanilik-Ehli Hakk) oluştu. Bu inanç gruplarının içinde Asya ve Ortadoğu kavimlerinden insanlar yer aldı.
Günümüz Türkiye’sinde moda haline gelen Alevilik; Arap Aleviler (Nusayrilik), Bektaşi Aleviler (Bektaşilik), Şii Aleviler (Caferilik), Kürt Aleviler, Türk Aleviler gibi adlandırmalarla anılır oldu. Bu tanımların doğruluğu-yanlışlığı Aleviler arasında tartışma konusudur.
Kızılbaş Alevilik, Yarsanilik (Ehl-i Hakk), Bektaşilik, Nusayrilik, Caferiliktir… Hepsinin inanç kaideleri ve ritüellerinin bir kısmı ortak olsa da birbirinden çok çok farklıdır.
Yani anlayacağımız Kızılbaş Alevilik, Anadolu’ya has, özgün Hakk Muhammed Ali yolunun batıni felsefi yorumudur. Bektaşilik, Nusayrilik, Caferilik ve Yarsanilik ise Kızılbaş Alevi toplumunun dışında oluşan tarikatlardır. İslam’ın farklı farklı yorumlarıdır.
Kızılbaş Aleviler ve Bektaşiler farklı kültür ve dillerde aynı inancı yaşadılar, Hakk’ı terennüm ettiler ve günümüze geldiler. Farklı dillerde okunan gülbanklerde (dualar) hep birlikte “Allah Allah” dediler. Zakirler ellerinde bağlamayla kendi dillerinde Ehli Beyti yâd ettiler. Aynı divanda dara durdular, birlikte semah döndüler. “Seyir için olmasın Hakk için olsun” dediler.
Sonuç itibarıyla tüm Aleviler ve Bektaşiler, sürekler farklı da olsa Hakk Muhammed Ali inanç ve yaşam biçiminde birlik olmuşlardır.
Cemevi İbadethane Mi Değil Mi?
AİHM “Cemevi ibadethanedir” dedi ve oybirliği karar aldı. Ayrıca Yargıtay “Cemevi ibadethanedir” dedi.
Aleviler, “Cemevi” dediğiniz yere ibadethane diyorlar ve “Hakk, Muhammed, Ali” aşkıyla ibadet ediyorlar. Secde edip Cenabı Hakk’a yakarıyorlar. Çerağ uyandırıp hep bir ağızdan “Ya Allah, Ya Allah, Ya Allah” diyorlar.
Çerağ uyandırıp hep bir ağızdan “Ya Muhammed, Ya Muhammed, Ya Muhammed” diyorlar.
Çerağ uyandırıp hep bir ağızdan “Ya Ali, Ya Ali, Ya Ali” diyorlar.
Sonra Hakk ile Hakk olabilmek için Telli Kuran eşliğinde, ayetler okuyarak, coşa gelip semaha duruyorlar.
Duaz İmam söylüyorlar, Ehl-i Beyt aşkına…
Miraçlama, Tevhid okuyorlar, Hakk aşkına…
Mersiyelerle gözyaşı döküyorlar, Oniki İmam aşkına…
Aleviler diyor ki;
“Cem İbadetimiz
Cemevi İbadethanemizdir”
Türkiye’de Alevi Olmak!
“Haksızlık önünde eğilmeyiniz,
çünkü hakkınızla beraber
şerefinizi de kaybedersiniz.”
Şahı Merdan Ali
Aleviler batıni felsefi inancının özgünlüklerini koruyarak; Hakk Muhammed Ali Yolu’nun öngördüğü esaslara göre ibadet ederler. Bugünkü İslâm’ı da değiştirilmiş, dönüştürülmüş İslâm olarak algılamaktalar.
Alevilere göre İslâm ve İslâm’ın kutsal kitabı Kur’an, Hz. Muhammed’in Hakk’a yürümesinden sonra müdahalelere maruz kalmış ve aslının dışına çıkartılarak değiştirilmiştir.
Aleviler, camiyi ve mescidi ibadet edecekleri mekanlar olarak kabul etmezler. İnanç önderlerinin mekanları olan bugünkü adıyla cemevlerini ibadethane olarak görürler. Oruç olarak Ramazan orucunu değil, Hızır ve Muharrem orucunu tutarlar.
Alevi canlar, Kâbe’yi insanın gönlü, kıbleyi insanın cemali olarak görmektedir. Namaz kılmazlar, cemal cemale cem ibadetinde niyaz ederler. Müziği reddeden bir İslâm anlayışına karşı, değişik müzik aletleri ile ibadetini gerçekleştirirler.
İbadette kadınla erkeğin kesinlikle yan yana duramayacağını kabul eden bir Vahabi İslâm inanışını kabul etmezler. Hakk ile Hakk olabilmek amacıyla; semahı da inancının, ibadetinin bir gereği olarak kadın ve erkek can olarak birlikte dönerler.
Aleviler’de “Enel Hakk” batıni felsefi inancı gereği ölüm yoktur. Hakk’tan gelip Hakk’a dönmek, Hakk’a yürümek, Hakk katına gitmek, dünyasını değiştirmek vardır.
“Muharrem’de Ağlar Sazım”
“Ezelden yazılmış yazım
Derdim çoktur dinmez sızım
Muharrem’de ağlar sazım
Dertli öten tellerim var”
Derviş Kemal
Muharrem.
Anadolu’nun güzel insanları matemdedir bugün.
Nefisten vazgeçmiştir.
Kem söz çıkmaz leblerden.
İncinse de incitmez hiçbir canı.
Varlıktan var olan her can kıymetlidir, kıyılmaz.
Eline, beline, diline sahiptir.
Özüne, sözüne, gözüne sahiptir.
İşine, aşına, eşine sahiptir.
Dili, dini, rengi, mezhebi, meşrebi ne olursa olsun 72 millete aynı nazarla bakar.
En büyük kitabı olan insanı okur.
Dini sevgidir.
Kıblesi insanın cemalidir.
İbadethanesi evrendir.
Kelamı Hakk kelamıdır.
Bugün oruçludur canlar.
Bu oruç başka oruçlara benzemez.
Anadolu insanı salt bedenini aç bırakarak oruç tutmaz.
Dili matemdedir, oruçludur.
Beli matemdedir, oruçludur.
Eli matemdedir, oruçludur.
Gözü matemdedir, oruçludur.
Kalbi matemdedir, oruçludur.
Ruhu matemdedir, oruçludur.
Nefsi matemdedir, oruçludur.
Suya oruçludur.
Ete oruçludur.
Kıymaz, kıyamaz hiçbir canlıya.
Şah Hüseyin aşkıyla yanar yüreciği, sızlar ciğerciği.
KERBELA’DA SÖZ TÜKENMİŞTİR
Hicri 10 Muharrem 61, Miladi takvime göre de 10 Ekim 680 tarihinde gerçekleşen ve İslâm tarihinin en büyük kırılma noktası olan bu katliam, günümüzde Kerbelâ katliamı adıyla insanlığın yüreğini hala yakmaya devam ediyor.
Kerbela, Anadolu Alevileri’nin toplumsal yaşam inancına yön vermiş ve onun nesilden nesile aktarılıp yaşanmasına öncülük etmiştir. Bu nedenledir ki, Anadolu’da unutulmaz bir direnişin acısını içinde barındırarak her yıl aynı özlem ve saygıyla anılır.
Kerbela’da 1344 yıl önce 72 yoldaşıyla aç, susuz bırakılarak yaşadığı zulüm ve vahşete karşı bakın nasıl haykırdı Muhammed Ali evladı Şah Hüseyin:
“Ben zalimlerle birlikte, varlık içinde yaşamayı alçaklık; zalime karşı gelerek bulacağım ölümü yücelik sayarım.”
“Müslümanlar, Yezid gibi bir hükümdara düçar olmuştur. Artık Emevi İslam’ıyla vedalaşmak gerekir.”
Kerbela’da söz tükenmiştir. Kerbela, zalime teslim olmamanın, boyun eğmemenin, biat etmemenin destanıdır. Bu destan dünyanın her yerindeki canların dillerinde mayalanıp, manaya gelmiştir.
Yaşanan bu mahşer günü mazlumların ve ezilenlerin sembolü olarak tarihin yaprakları arasında büyük bir acı olarak yer almaya devam etmektedir. Bu duygu Anadolu Aleviliği’nin Hakk-Muhammed-Ali, Ehl-i Beyt, batıni felsefi inanç ve yaşam anlayışında, büyük bir saygınlıkla yaşatılmaktadır.
Kerbela’nın nedenlerini; ekonomik, sosyal, tarihsel bakış açılarıyla sınırlamamak doğru bir yaklaşım olacaktır. Dönemin tek tanrılı inanca geçişiyle karşılaşılan direnç, tarihi toplumsal yaşamın egemenlik ve iktidar anlayışı, sosyal katmanların siyasal ve inançsal bakış açıları ile sınıf ve taraflar dikkate alınarak değerlendirilmelidir.
Şehitler serdarı Şah Hüseyin ve 72 yoldaşına yaşatılan vahşeti yüreciğinin derinliğinde hisseden canlar, 12 gün boyunca bu direniş destanını anmak ve anlamak için muhabbettedir.
Sessiz, sedasız.
Bu tür acıların bir daha yaşanmaması için gerekli olan insanlık değerlerini ve batıni Alevi öğretisini, yol ve erkanını özümsemektir.
Kimsenin kalbini kırmamak, dili ile kimseyi incitmemek, kimse hakkında dedikodu yapmamak Muharrem Matemi’nin, Orucu’nun temel ilkesidir.
Matemde amaç, kendine eziyet yapmak değil, kötülük ve katliamların bir daha olmaması adına anmak ve unutmamaktır. Kerbelâ Katliamı’nda İmam Zeynel Abidin’in kurtulması ve Şahı Merdan Ali’nin soyunun devam etmesi nedeniyle de Tanrı’ya şükredilir. Bu nedenle Muharrem Matemi, aşure geleneği ile biter.
Haksızlığa karşı çıkmanın ne tarihi ne de günü vardır. Yeryüzünde insanoğlu yaşadığı sürece haklı ile haksız, iyi ile kötü, mazlum ile zalim var olacaktır.
Önemli olan bu duruşta hangi tarafta olduğumuzu belli etmektir. Elbette ki; Alevi toplumu Hz. İmam Hüseyin duruşuyla mazlumun, haklının, ezilenin, sömürülenin, ötekileştirilenin, hakkı elinden alınanın, kimliğinden dolayı horlananın hakkını savunan tarafta hep oldu; olmaya da devam edecektir.
Muharrem süresince özellikle eğlence, zevk, lüks ve keyiften kaçınılmalıdır. Çeşitli çevrelerden eğlenceler için yapılan davetlere kesin olarak katılmamak ve nedenlerini de böylesi davetleri yapanlara mutlaka açıkça anlatıp hatırlatmak gerekir. Dargınlıklar ve kırgınlıklar varsa barışılır.
Matem orucunun sonunda, Muharrem ayının on üçüncü günü kurbanlar tığlanır, aşure yapılır, dağıtılır. Kurbanlar İmam Zeynel Abidin’in Kerbela Katliamı’ndan kurtuluşuna şükran içindir.
Alevi toplumu nezdinde zalimler Yezid’in, mazlumlar ise Hüseyni duruşunun temsilcileridir.
Alevilik’te Mehdi İnancı!
Alevilik inancında yeri yoktur. Alevilik’te hakikat olana inanç vardır. Hz. Ali’ye sorarlar Tanrı’yı gördün mü? Hz. Ali cevap verir: «Ben görmediğim Tanrı’ya inanmam ve secde etmem!» Nerede gördün? derler; «Olmadığı yeri gösterin!» der. Ve “Baş gözüyle görülmez. Zira baş gözüyle görülme olanağı olan her şey yaratılmış olandır.” diyerek sözünü tamamlar.
Alevilik’te Hz. Ali tüm zamanların sahibidir. Hz. Ali “İlmin Kapısıdır” ve ilahi bir filozoftur. Çünkü O, hem alemin başlangıcı ve yaradılışı hakkında insanlığa ışık olmuş, hem de alemin sonunun nasıl olacağını ön görmüştür.
Her inanç toplumu kendi kültürel geleneği içinde, kendi dini, tarihi ve sosyolojik koşullarına göre inanç kaidelerini benimsemiştir.
Aleviler açısından Mehdi, Tanrı tarafından tekrar gönderilerek dünyaya hakim olacağı ve insanlara doğru yolu göstererek hak, hukuk, adaleti yeryüzünde yeniden tesis edeceğine inanılan bir varlık değildir. Alevilik’te Mehdi anlayışı yerine, Hızır inancı vardır.
Alevi inancında ölüden şefaat, diriden medet beklenmez; keramet sahibi erenlerden medet beklenir.
BEKTAŞİLİK’TE VE ŞİİLİK’TE MEHDİ İNANCI
Bektaşilik, Şiilik, adaletsizliğin, sömürünün, kötülüğün dünyaya egemen olduğu, zulmün arttığı, insanlığın açlıkla boğuştuğu, zorbaların ve zalimlerin elinden inim inim inlediği bir zamanda Mehdi’nin ortaya çıkacağına ve tüm bu kötülüklere son vereceğine dair bir inanış bulunmaktadır. Bu inanç sahipleri Mehdi’nin onlara yardıma geleceğini umutla beklerler.
Anadolu Alevi geleneğinde, Mehdi-Sahib-i Zaman (zamanın sahibi) söylencesi genel olarak kabul gören bir inanış değildir. Oysa Bektaşiler’de ve Şiiler’de, Mehdi’nin mağarada “sır” olduğuna, ahir zamanda ortaya çıkacağına inanılır. Ve İmam Mehdi kıyamet habercisi olmaktan ziyade, kurtuluş ve adalet habercisi olarak algılanır.
Bektaşilik ve Şiilik’te Mehdi denilince, On İki İmamlar’dan sonuncu imam, İmam Mehdi’nin bir kurtarıcı olarak zuhur edeceğine inanılır.
Oysa Alevilik’te tarihsel kişilikleriyle topluma yön vermiş evliyaların, enbiyaların, gaip erenlerinin, Hızır Nebi’nin her anılan yerde hazır ve nazır olduğuna inanılır. Aleviler bu inancı batıni bir anlayışla içselleştirir.
HIZIR ALİ’DİR
Alevilik’te ise Hızır inancı, kutsiyeti olan bir makamdır. Günümüzde sahte Mehdi anlayışı, inanç ve uygulama noktasında Alevilik’teki Hızır inanışıyla birbirine karıştırılmamalıdır. Alevilik’te Hızır inanışı Ehli Beyt’in, izinden giderek, bu yol önderlerinin takipçileri olarak, öğütleriyle irşad olan canların değerler bütünüdür.
Aleviler için Hızır; bolluğu, bereketi, umudu, inanmışlığı, güvenmeyi ve en önemlisi de bu ikrar ve inançla özündeki Hızır’ı bilince çıkartıp ona göre bir davranışın ve düşüncenin sahibi olmaktır. Can canın Hızır’ıdır. Hızır Ali’dir; binbir donda baş gösterir.
Yani haksızlıklar, zalimlikler, kötüler ve düşmanlık karşısında Hz. Hızır hangi söylem, eylem ve davranışı sergileyecekse, Aleviler’in de aynı mücadele azmiyle tüm kötülüklere karşı tavizsiz bir dik duruşla, iyiliklerde yardımsever olması gerekmektedir.
Alevilere göre Mehdi; medeniyetin, refahın, hak, hukuk, adaletin, barış ve kardeşliğin egemen olduğu bir dünya ütopyasının sadece soyut bir varlığıdır. Aleviler, Bektaşiler ve Şiiler gibi bir Mehdi beklentisi içinde değildir.
Mehdi’nin ne zaman geleceği ve nasıl bir fiziki özelliğe sahip olduğu, Aleviler açısından önemi olmayan bir durumdur.
ALEVİLİK BATINİ FELSEFİ BİR İNANÇTIR
Aleviler’de önemli olan, Ehli Beyt’in tarihe mal olmuş fikirleri ve toplumsal hayattaki rolleridir. Ehli Beyt; zalimlere, katliamlara, insanlığa yapılan zulme, yokluk ve yoksunluğa karşı olan duruşlarıyla örnek olmuşlardır. Bu duruş Alevilerin kılavuzudur.
Alevilik, Ehl-i Beyt’in batıni inanç kaidelerini ve zalimlere karşı sürdürdükleri mücadele azmini günümüze taşıyarak, hep haksızlıkların karşısında olmuştur. Alevilik, Hakk Muhammed Ali Yolu’nun batıni felsefi öğretisi ile yaşam kültürünü zenginleştiren ve kendine özgü ritüelleri olan bir kadim inançtır.
Alevilik’te üstünde durulması gereken inanç anlayışının en belirleyici unsurlarından olan Vahdet-i Vücud ve Varlık Birliği’dir. 124 bin alemi içeren, Tanrı’nın insan dahil, evrendeki tüm varlıklarda var olduğu inancı da ayrıca önem taşımaktadır.
Alevilik, özünü insanın kutsallığında bulan, Tanrı’nın insanda varlığına (En-el Hakk) evrendeki tüm varlıkların ölümsüzlüğüne inanan, ibadetlerinde kadın erkek ayrımı yapmadan, ana diliyle ibadetini uygulama biçimidir. Var’dan var olmaya inanan Aleviler, yaşamın amacını, insanın ham ruhluktan çıkarak İnsan-ı Kamil olarak özüne dönmek şeklinde tanımlamaktadır.
Osmanlı-Safevi çatışmasından sonra siyasal bir anlayış olarak, her iki cephe tarafından Anadolu Aleviliği içine sokuşturulan Mehdi anlayışının batini felsefi öğretiyle bir alakası bulunmamaktadır. Mehdi anlayışı Hakk Muhammed Ali öğretisinin içinde yeri olmadığından, 12 İmam anlayışı ile Safeviler ve Osmanlı Bektaşi Tarikat Tekkesi’nin operasyonları sonucu Aleviliğe iliştirilmiştir, zerk edilmiştir.